Devletler
de İnsanlar gibidir.
İnsanoğlunun
bir ömür çalışarak, ter dökerek, rahatından ve konforundan fedakârlık yaparak
kazanmış olduğu güç, itibar, mal-mülk; bazen biranda tepe taplak olur, tüm
kazanımlarını kaybeder, yaşanmışlıklar, tecrübeler ve anılarıyla baş başa
kalır.
Devletler
de insanlar gibidir.
600
yıl cihana hükmetmiş olan Osmanlı; yedi düveli titretmiş bir imparatorluk bir
anda tarih sahnesinde ki vazifesini tamamlar ve hayata veda eder. Osmanlı’nın
yıkışıyla aynı dönem de Çarlık Rusya’sı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da
aynı kaderi paylaşır. Mazi şaşalı günlerinden sonra yok olmuş, tarih
kitaplarına karışmış devletlerle doludur.
Devletler
de İnsanlar gibidir, doğarlar, büyürler ve ölürler.
İnsan
için uzun yaşamanın şartları bellidir –kaderin hükmü hariç-, fiziksel, ruhsal
ve zihinsel olarak sağlıklı olabilmek. Asıl mesele bu üç kudretin arasında ki
uyum ve iş birliğini sağlayabilmektir, bu iş birliğini büyük ölçüde başarabilen
insan, sağlıklı ve uzun yaşamaya aday bir insandır. Devletler de İnsanlar
gibidir, örneğin yaşadığımız siyasal sisteme bakıldığından fiziksel aktiviteler
açısından “yürütme”, zihinsel aktiviteler açısından karar vermeye dönük olarak
“yasama” ve zihnin kararını alıp fiziksel olarak uyguladığı hareketi
yargılayan, değerlendiren bir fonksiyon olarak vicdan yani “yargı” kuvvetleri
sözkonusudur. İnsanda olduğu gibi devlette de, bu üç kuvvet arasında ki uyum
sağlıklı, etkin ve güçlü çalışan bir devlete işaret eder. Yasama – Akıl,
Yürütme – Fiziksel Kabiliyetler, Yargı – Vicdan. (Bu üç kuvvet arasında ki
dengeyi en iyi sağlayan ve güçlü devlet olmanın gereklerini formülize eden
sistem Başkanlık Sistemidir.) İnsan ve Devlet arasında ki bu benzerlik aslında
insanoğlunun her eserinin kendisinden izler taşımasıdır, doğal hukuk düzeni ve
devletlerde de durum böyledir. “Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz?” ayetini bir
de bu açıdan yorumlamayı tefekkürlerinize arz ediyorum!
Şimdi
bu tespitlerimi güncel ve geçmiş siyasetimize uyarlayalım; siyasi tarihimiz,
yukarıda saymış olduğum yasama, yürütme ve yargı arasında ki uyumsuzluğun en acı
sonuçlarıyla doludur. Bu üç kuvvet arasında uyumu değil, bu üç kuvveti resmi
ideolojiye ve vesayet düşüncesine amade kılan, sadece ona hizmet etmesi halinde
hayat hakkı tanıyan bir zihniyet 2002 yılına kadar bu ülkede var oldu.
1921,1924, 1961,1971,1982 anayasa arayışları uyumdan değil çatışmadan beslenen
yer altı dünyasının versiyon güncellemeleriydi aslında. Demokratik Parlamenter
sistem maskesiyle gizlenen ekonomik, ideolojik ve siyasal yapı, yeri geldiğinde
darbe yapmaktan, darağaçları kurmaktan, zindanları doldurmaktan geri durmadı.
Dolayısıyla Yasama yani akıl ne akıllıca yasalar yapabildi, ne Yürütme yani
hükümetler hakkıyla millete hizmet edecek icralar gerçekleştirebildi, ne de
Yargı yani mahkemeler vicdanları tatmin edecek kararlar verebildi.
Devletler
de İnsanlar gibidir. Enfeksiyon önlem alınmazsa bir süre sonra hastalığa
sebebiyet verir ve o hastalık tüm vücudu sarmaya başladığında artık kaçış
yoktur, ya tedaviyi kabul edersiniz yahut ölüm meleği ruhunuzu teslim alır.
Koalisyonlarla, darbelerle, ekonomik krizlerle hastalıktan adeta yatağa düşen,
ilaç almak için İMF den borç isteyen devletimiz milletimizin AK Parti ile 2002
de kendisine sunmuş olduğu reçeteyi ve tedaviyi kabul etti, aksi halde ölüm
kapıdaydı.
Duble
yollar, sağlık sisteminde ki hizmetler, sosyal güvenlik, ekonomik hamleler vs.
bunlar sağlıklı bir devletin olmazsa olmazları, 2002 den sonra bu sahalarda
devrim niteliğinde tedbirler alındı, icraatlar gerçekleştirildi. Fakat tüm
bunlardan daha önemli olan başarı; yasama, yürütme ve yargı arasında ki uyumun
sağlanmasına, yani Türkiye’de zihinsel dönüşüme katkı sağlayan adımlardı.
Artık varlık sebebi millete hizmet olan devlet “aklını” gereği gibi kullanarak yasama faaliyetlerini, “fiziksel gücünü” gereği gibi kullanarak yürütüme faaliyetlerini ve “vicdanları” itminana erdirecek olan yargı faaliyetlerini uyumlu bir şekilde aynı hedefe yöneltmeyi başarabildi. Bünyeye yerleşmiş olan kötü huylu kanser hücreleri sinsice bu değişim ve dönüşüme her ne kadar mukavemet etse de bağışıklık sisteminin kudreti karşısında her geçen gün kan kaybettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Artık varlık sebebi millete hizmet olan devlet “aklını” gereği gibi kullanarak yasama faaliyetlerini, “fiziksel gücünü” gereği gibi kullanarak yürütüme faaliyetlerini ve “vicdanları” itminana erdirecek olan yargı faaliyetlerini uyumlu bir şekilde aynı hedefe yöneltmeyi başarabildi. Bünyeye yerleşmiş olan kötü huylu kanser hücreleri sinsice bu değişim ve dönüşüme her ne kadar mukavemet etse de bağışıklık sisteminin kudreti karşısında her geçen gün kan kaybettiler ve etmeye devam ediyorlar.
Yüz
yıldır deforme olmuş, yaralanmış, sağlıksız beslenmiş, abur cuburlarla istismar
edilmiş, zihni ve ruhu çürütülmüş bir devletin artık sağlıklı bir şekilde
yeniden tazelendiğini, uyuşturulmuş fiziksel kapasitesinin güçlendiğini, kadim
hastalıklarını çözmek konusunda sağlıklı çalışan bir zihne sahip olduğunu,
sadece kendisinin değil tüm dünyanın sıkıntılarını dert edecek bir vicdan
taşıdığını görmek hepimizi mutlu ediyor.
Batılılar
ülkemize “Hasta Adam” dedikleri günden bugüne ilk defa bu kadar “Sağlıklı Adam”
olabildik. Biliyoruz ki sağlıklı olmak kadar sağlıklı kalabilmek te bir o kadar
önemlidir. Bunu başarmanın yolu kaslarımızı, bağışıklık sistemimizi, ruhumuzu
ve zihnimizi eski günlere bir daha dönmemek üzere yenileyebilmekten geçiyor. Yasama-Yürütme-Yargı
arasında ki uyumu ve iş birliğini güçlendirecek, özgür irade dışında hiçbir vesayet
odağından emir almayacak, günün şartlarına göre hızlı ve etkin karar
alabilecek, refleksleri güçlü, tepkileri süratli bir icrayı inşa edecek bir
sistemi bu ülkeye armağan etmek zorundayız. Aksi halde 13 yılda ne zorluklar ve
ne çetin mücadelelerle elde edilen kazanımların atlı aylık bir koalisyon
dönemiyle heba edilmesi içten bile değil. Merhum Menderes’in, Özal’ın
akıbetinin tekerrür etmemesi için 7 Haziran seçimleri değişim ve dönüşümün
kurumsallaşması açısından büyük önem taşıyor. 13 yıldır millet olarak hep
birlikte yüklendiğimiz ve omuzladığımız “taşı”
zirveye kadar taşıyamazsak o taş, gerisin geriye tekrar milletimizin başına
düşecektir. 7 Haziran yeni bir Anayasa ve Başkanlık Sistemi için “taşı gediğe
koymanın” seçimidir.
Devletler
de İnsanlar gibidir, sabırla, aşkla ve muhabbetle yükselirler. Devletler de
İnsanlar gibidir, gaflete düçar olduklarında, kibre kapıldıklarında her
şeylerini kaybedebilirler.
Yorumlar
Yorum Gönder