Evliliğimin
ve mesleğimin ilk yıllarını Üsküdar’ın efsunlu ikliminde geçirmenin
bahtiyarlığını yaşayanlardanım. Dostlukların ve muhabbetin münbit bir
coğrafyası olan Üsküdar’da, meşhur doğancılar yokuşunun başında; ehl-i
tütün ile meşk ettiğimiz bir sohbette; “bu civarda bir attar dükkânı
varmış, üzerine kitap dahi yazılmış” cümlesiyle başlayan serüvenin,
bugün bana bu dükkânın müdavimlerinden biri hakkında bir şeyler karalama
mükellefiyetini yüklemesini üstad Özemre’nin sık sık tekrar ettiği “el
hayru fi me vaka” teslimiyetiyle heybeme atıyorum.
İkiliklerin geriliminde bir vasat bulmanın çilesini ziyadesiyle yaşamış
ve asude Üsküdar semtinde ömrünü tamam eylemiş bir mürebbi: Ahmet
Yüksel Özemre. Ata neslinden Enderun asaletine sahip, anne neslinden
Mevlana muhabbetini tahsil etmiş, Doğancılarda Münib Paşa Konağı’ının
yetiştirdiği tüm tedaileriyle bir İstanbul beyefendisi. Kendisi,“Şayet
Nasûhîzâdeleri ihmâl edecek olursanız belki en eski Üsküdar’lıyım. 190
seneden beri ailem burada.” demiştir. Âlimleri, edipleri ve şairleri,
sofileri, meczubiniyniyle bir hayal şehir Üsküdar’ın vefalı evladıdır
Özemre. Üsküdar’da yaşamak apayrı bir üsluptur derken bu üslubu bütün
incelikleriyle kendisinde gördüğümüz bir Üsküdar’lıdır aynı zamanda.
Nedir Üsküdar’ın alamet-i farikası diye sorsanız tereddüt etmeden
“sehavet” diyecektir. Saim Efendi Amcanın Attar dükkânı bu sehavetin
İkinci Dünya savaşından sonra ayakta kalan son kalesiydi diye bir
ilaveyi de mutlaka yapacaktır.
Ahmed Yüksel Özemre’ nin kaleme aldığı Üsküdar’da bir Attar Dükkânı
isimli eser 17 gün 17 gece süren bir fena halinde ortaya çıkmış. Ramazan
ayında hazırlanan bu eser müellifi öylesine meşgul etmiş ki zevceleri “
Hu! Akşam ezanı okundu. Hadi artık atar dükkânından çık da gel iftar
et!” diye latife yollu tâzirde bulunurmuş.
Bu kitap, Yahya Kemal’in ebedi mağfiretin böyle bir ikliminde dediği,
malın mülkün göz boyamadığı Üsküdar mahviyetine bir seranattır adeta.
Üsküdar’a damgasını vuran bir sehavet mahsulüdür.
Hâkimiyet-i Milliye caddesinde faaliyet gösteren bu dükkânın sahipleri
Saim Düzgünman ve Mustafa Düzgünman birer ebru virtüözüdürler aynı
zamanda.
Besmeleyle tezgâh açıp ebru yapan kişiyiz,
Fırça ile su üstünde hüner satan kişiyiz,
Üstadımızı Özbek şeyhi, hem Necmeddin Hoca’dır
Büyüklere boyun kesip, aşka tapan kişiyiz.(M.D)
Bir diğer hususiyette Düzgünman’ların Eşref Efendi’den devraldıkları Aziz Mahmud Hüdai türbedarlığı’dır.
Her ümidim, destgirim, kıblegahımsın benim,
Firkatinle suzinakım, çaregahımsın benim,
Türbedarın Mustafa’yım mededhahımsın benim
Zahm-i kalbin dermanıdır Hazret-i pir Hüdai (M.D.)
Kitabın geçtiği yıllarda Üsküdar gürültüsüz ve asude bir beldedir.
Nüfusu kırk bin civarında. Sabahları hemen her mahallede önce bülbüller
şakır; akabinde de horozlar ötermiş. Bir yaz gününün rehavet bahşeden
sessizliğini, zaman zaman geçen Kadıköy tramvaylarıyla, Şekerci Güzeli
Hasan Bey’in odun deposundaki hızarın muttarid vınlamalarıyla ve
kahvecilerin dibek taşının çıkardığı ritmik darbeler bozarmış. Dükkânın
camekânlı tezgâhının içerisinde kutulara dizilmiş yasemin ağızlıklar ve
zıvanaları, çengelli iğneler, teneke kumbaralar, diş macunları,
fırdöndüler, makaralar, gaz lambaları gibi envai çeşit ürün on
metrekarelik dükkânda müşterilerini beklermiş.
Attar dükkânın sadece baharatları, otları değil sohbetleri de ıtır
kokar, irfan bahçelerinden gül kokulu hikmetler devşirilir.
“Üsküdar’daki bu attar dükkânı nice sohbetlerin, nice dostlukların, nice
himmetlerin, nice hayırların, nice tefekküre şayan ibretlerin, nice
füyuzatın, nice manevi tohumların ve irşadların sebebi ve mihveri
olmuştur.” Eli kârda, gönlü yârda olan dükkân sahiplerinin, zevk-i selim
ve kalb-i selim tabiatları sayesindedir ki, bu küçücük dükkân sadakat,
cesaret, salâbet, dirayet, feragat, ittika, adalet, merhamet ve ihsan
gibi değerlerin merkezi haline gelmiştir. Ancak yedi sekiz kişinin
sığabildiği bu dükkânda zaman zaman yapılan sohbetlerden alınan zevkler
şimdilerin büyük salonlarında, alkış ve alâyişle yapılan yüzlerce
kişilik toplantılara taş çıkartır derecede hoş ve lâtiftir.
Mekânın ve zamanın önemini yitirdiği bu anları ve kalplerin bi-mekân ve
bi-zaman birlikteliğini Özemre tahassür ve daüssıla ile anlatmaktadır. “
bana Mızraklı İlmihal’in umdelerini teorik olarak ve sert bir eda ile
korkutarak ezberletmek yerine, önce Hazret-i Peygamber’in ve O’na sâdık
yakınlarının muhabbetini aşıladılar; Allah’ın birliğine imanın insanı
nasıl yücelttiği ve insanı nasıl sadakat, cesaret, selabet, dirayet,
feragat, ittika, adalet, merhamet ve ihsan vasıflarıyla teçhiz ettiğini
gösterdiler.” demektedir.
Galata Mevlevihane’sinin son şeyhi Ahmed Celaleddin Dede, Hamzavi Melami
meşrep Eşref Efendi, Celveti Bektaşi şeyhi Yusuf Fahir Baba, Hezarfen
Necmeddin Okyay’a kadar birçok sırlı zat bu attar dükkânın
müdavimleriydiler. Eskilerin eskimez tabiriyle “şeref- ül mekân bil
mekiyn” sözü adeta bu attar dükkânı için söylenmiştir. On metrekarelik
bir dükkâna böylesine bir şeref kazandıran şüphesiz bu mekânın şerefli
mekiynleriydi.
İşte bu dükkânın müdavimlerinden biri de ilkokul çağlarında ki Ahmet
Yüksel Özemre’ydi. 11 yaşlarındayken Ahmed beyin kütüphanesini
karıştırmaktan müthiş haz alan Özemre, kendisine okuması için ödünç
verilen İbrahim Alâeddin Gövsa’nın 4 ciltik Meşhur Adamlar
Ansiklopedisinin, hayatında kendisni etkileyen en önemli kitaplardan
biri olduğundan bahseder. Kitap alışverişi daha sonra da devam eder,
Mevlana Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri’nin kitapları ve
menkıbeleri arasında geçen günler Özemre’nin kendisini manen terbiye
edecek bir mürebbi arayışını alevlendirir.
İrfan meclislerinde almış olduğu terbiye ve hakikat tohumları ilkokuldan
sonra yatılı verildiği mekteb-i sultani’de yeşermeye başlar. Zahir
ilimlerini muazzam derecede istifadeye kabiliyetli olan Özemre, batını
ilimlere de meyli yüksek bir şahsiyettir.
Özellikle tasavvuf kitaplarıyla meşgul olan Özemre’nin hakikatin
satırlarda değil, sadırlarda gizli olduğunu anlaması çok uzun sürmez.
Büluğ çağının müşküllerinin de eklendiği bir bunalımlı dönemde
kendisinde korku ve ümit arasında seyreden bir hal zuhur eder. Bu ateşîn
arayış ve coşkunluğu dindirmesi bakımından spora başlar ve yüksek
atlama ile tetratlonda Türkiye rekorları kırar. Nurettin Topçu’nun
ifadesiyle aynı zamanda bir ruh atleti olarak nefsi arzularını ve
engelleri aşmak adına da savm-ı daime başlar ve senede sadece bayram
günlerine rasgelen yedi günün dışında diğer günler daima oruçludur. Bu
oruçların bereketli iftarını bir uşşaki şeyhinin manevi sofrasında açar
ve bu kişinin tavsiyesiyle orucunu bir gün tutup bir gün tutmama
şeklinde devam ettirir. Manevi rehberini bulmuştur.
İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi, ardından Fransa Nükleer Bilimler ve
Teknoloji Milli Enstitüsü’nde Atom Mühendisliği sahasında master..1984
yılında akademik hayatını, on iki cilde yakın ders kitabı, sekiz
tercüme, yüzlerce ilmi makale ile sonlandıran Özemre, 1985 yılında
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Başkanlığı’na getirilir. Çernobil vakası
dolayısıyla gerekli tedbirleri almadığı gerekçesiyle birçok eleştiriye
maruz kalır. Ruhsal olarak kendisini yoran bu sürece bir de sağlık
problemleri eklenir. Dokuz cerrahi müdahale, iki kanser vakası, bir
kangren gibi ciddi rahatsızlıklar geçirse de mütevekkil mizacıyla
bunların üstesinden gelmeyi başarır. Bu meşakkatli süreci Allah’ın
kendisini olgunlaştırmak için sunduğu bir nimet telakki edecek kadar
teslimiyetçidir.
Bu arada attar dükkânının müdavimleri bir bir dünya sahnesinden
ayrılmaktadır.
Dükkânın ikinci kuşağını temsil eden Mustafa Düzgünman artık aranan
ünlü bir ebru ustası olmuştur. Dükkân sohbet meclisi yerine bir sanat
merkezine dönüşmeye başlar. Asıl değişim kapitalizmin dayattığı yeni
insan ilişkileridir. Bu değişimden dükkânda etkilenir, önce “sürümü pek
fazla olmayan çeşitlerden sarf-ı nazar edilir, daha sonra yazar kasa
mecburiyeti, göçle artan nüfusun yükselttiği betonarme yapılar ve hayal
şehirde başlayan erozyon. Kuyumcularla dolup taşan Hâkimiyet-i Milliye
Caddesi isminin de gücünü kaybederek milletin değil uluslar arası
borsaların hâkimiyetinde ons fiyatlarına indirgenen bir ilişkiler ağına
sahne olmaya başlar. Attar dükkanı da bu değişime fazla direnemez;
“…mitad olduğu üzere bir kuyumcuya dönüşürken …yalnızca Üsküdar’ın
değil, bütün Türkiye’nin kültür hayatında müessir olmuş bulunan 75
yıllık bir irfan yuvası da devrini kapanır…” kendilerinden feyz aldığım o
mübarek insanlar; insanın imanını, ahlakını tahkim eden, gönlüne huzur
veren o adil ve Muhsin mürşidler..nerelerdesiniz? Nerelerdesiniz?
Özemre’nin bu kirlenen dünyada, çivisi çıkmış medeniyet anlayışında
bunalan, bocalayan, maddi sıkıntılarının altında dara düşen ve boğulan,
aynı şekilde ruh ikliminde çaresiz, manevi dünyanın kalpazanlarına yem
olmaya hazır günümüz insanından çok farklı olduğu işte bu dükkân üzerine
yazmış olduğu “Üsküdar’da Bir Attar Dükkânı” kitabında ortaya
çıkmaktadır. Özemre bu kitabında akli ve imani bir üslubu terazilemeyi
başarmış fikir ve aksiyon sahibi bir şahsiyet olarak karşımızdadır.
(Prof. Dr.Ahmed Güner Sayar, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Portre
Denemeleri).
Okudukça ve tefekkür ettikçe büyüyen merak duygusu, bu sırlı yolculukta
yorulmak bilmeyen bir küheylana dönüşüyor, gonca açıldıkça, yayılan
rayihanın zevkiyle kimi zaman sükût, kimi zaman bir şahlanış yaşanıyor
bu yolculukta. Âlemler arasında kurulan köprülerden, kalpten akla
vurulan zincirlerden, kuş konmazda öfkenin pervazına konan
güvercinlerden, naz makamından niyaz makamına geçen lahuti bestelerden,
varlığın hendesesinden, iblisin vesvesesinden ve bitmeyen med
cezirlerden geçerek bir sahil-i selamete kavuşuyorsunuz…
Üsküdar 1940”lara değin Osmanlı’nın klasik toplumsal yapısını, manevi
dünyasını yaşatabilmiş bir semttir. Özemre ve yazmış olduğu bu kitap
bugüne kadar duyduklarımızın bir hayal mahsulü olmadığına delalettir.
Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler, o saadetli Üsküdar’ın
sırlılarından Özemre’de kendisini Karacaahmet’te sırladı. Yazdıkları ve
yaşadıkları yeni bir başlangıç yapabilmek için bizlere birer emanet. Bu
emanete sahip çıkıp, Üsküdar’ın dost kandillerini yeniden yakacak olan
bir neslin özlemiyle…
Kitapta yer alan ve dükkânın müdavimlerinden olan Ahmed Celaleddin
Dede’den bir dörtlük;
Dar-ı dünya, ey birader, köhne mihmanhanedir.
Dil veren viraneye, uslu değil divanedir.
Bir mukim kimse bulunmaz hane-i eflakde,
Cümle halk ehl-i sefer, âlem misafirhanedir.
(Merhum
Ahmed Yüksel Özemre'nin Üsküdar'da Bir Attar Dükkanı ve hakkında
yazılanlardan istifade edilmiştir, Allah rahmet eylesin.)
Yorumlar
Yorum Gönder