Tarihsel süreç
tüm dünyayı bir siyasal sistem üzerinde mutabık kılmıştır. Demokrasi. Parlamenter
mi olacak, temsili mi olacak, başkanlık mı, yarı başkanlık mı? Bu sorular
yönteme ilişkindir ve ana eksen olan demokrasinin evrenselliğine gölge düşüren
yaklaşımlar değildir. Bu yöntemlerde ki temel gaye, yönetilenlerin mümkün
olduğunca yönetime katılması ve söz sahipliğinin güçlendirilmesidir.
Günümüzde
bireylerin siyaset kurumuna ve kamu politikalarına ilişkin karar alma
mekanizmaları üzerinde etkili olmalarının en önemli imkanı şüphesiz iletişim. İletişim
arttıkça hükümetler üzerine baskı oluşturma olanakları da artıyor ve sandık
merkezli demokrasiden “an demokrasi”sine dönüşen bir yapı inşa ediliyor. Özellikle
sosyal medyanın bu inşa sürecini hızlandırdığını söyleyebiliriz, bireyler
sosyal medyayı artık bir siyasal katılım aracı olarak kullanıyorlar ve
siyasiler de bundan önemli ölçüde etkileniyorlar. Bu açıdan bakıldığında demokratik
verimlilik açısından güzel bir dönem yaşıyoruz.
Demokrasilerin
olmazsa olmaz aktörlerinden olan Sivil Toplum Kurumu da, maalesef bugüne kadar sadece
kurumsal yapılar üzerinden hayatiyetini sürdürüyordu, bu anlamda STK ların
belirli düşüncelerin ve ideolojilerin etkisi altında kendilerini sivil toplumla
özdeşleştirerek, bu gücü zaman zaman suistimal ettiklerine çoğu kez şahit olduk.
Demokratik kapitalizmin zayıf olan sosyal adalet yönünü tamamlamak yerine bu
kurumların aksine belirli kesimlerin sözcülüğünü yaparak demokrasiye değil
kapitalizme hizmet ettikleri de bir vakıa. Bireyin sadece kendiliği üzerinden
düşüncelerini ifade edebilme imkanı artık STK ların sivil toplum sözcülüğü
gücünü olumlu manada zayıflatan bir boyutta ilerliyor. Her geçen gün temsili
demokrasinin “doğrudan” açığının kapandığını görüyoruz.
Dağda ki
çoban ile üniversite de ki hocanın oyu eşit değildir türünden cümlelerin sıkça
kullanıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Bu tavır çoğunluğun iradesinin küçümseyen
elitisit bir yaklaşım. İletişim imkanlarının artmasının bir diğer olumlu sonucu
da bu yaklaşımın artık demokratik verimliliğe tahvil edilebilir oluşu. Demokrasiyi
sadece niceliğe değil niteliğe bakan yönüyle değerlendirmek zorundayız,
niteliğe dayalı kısmı sandığa yeterli ölçüde yansımasa da artık sosyal medya
vesilesiyle sandıksız bir baskı gücünden söz edebiliriz. Dolaysıyla muhalefet
sadece parlamento da ya da STK çatısı altında değil, bunların dışında da etki
hinterlandını hızla genişletiyor.
Bu tespitlerden
sonra gezi parkı eylemlerini değerlendirelim: her ne kadar üzücü bir takım
hadiseler yaşansa da bu olay, demokratik farkındalığı güçlendiren ve ön
yargılar üzerinden ilerleyen kutuplaşmaları, taraflarını birbirini tanıma ve
karşılıklı öğrenme sürecine dönüştüren önemli kazanımlar sağladı. Büyük bir
çoğunluğun aksine bu eylemselliği, iktidara değil muhalefete dönük bir uyarı
olarak okuma eğilimindeyim. Ve burada oluşan sinerjiden siyasi rant devşirmeye
çalışan ana muhalefet partisinin süreci yanlış okuyan tek taraf olduğunu
düşünüyorum. Gezi parkı aslında iktidar karşıtı bir eylem izlenimi verse de
gizli mesaj ana muhalefet partisine verilmiştir.
Şöyle ki:
Gezi
parkında yapılan anketlerin sonuçlarına bakıldığında siyasi eğilim açısından
ortaya çıkan profil bize son genel seçimler çerçevesinde eylemi gerçekleştiren
kitlenin Türkiye’nin %30 una tekabül ettiğini gösteriyor. Bu kişiler büyük
çoğunlukla CHP ve diğer sol fraksiyonların tabanından oluşuyor. Yani gezi parkı
eylemcileri Türkiye ortalamasını temsil etmiyor, dolayısıyla bu eylemin söylemi
ve profili üzerinden Türkiye geneline göndük tezler ileri sürmek bilimsellikten
uzak bir yaklaşım olur. Daha evvel Cumhuriyet mitinglerinde bulunan ebeveynlerin
evlatlarının bugün yaratıcı ve etkili propaganda yöntemleriyle sahne
aldıklarını söyleyebiliriz. Bu bağlamda gençler büyüklerine ve ana muhalefet
partisi dahil olmak üzere tüm sol anlayışa, muhalefet öyle olmaz böyle olur
mesajı veriyor. Ve bu mesaj hükümete verilen mesajdan daha güçlü ve orta vadede
de dönüştürücü olması muhtemel bir itirazı ifade ediyor.
Gelelim hükümetin
tavrına, Başbakan’ın iletişim ve siyasi tecrübesi bir kez daha başarılı bir
sınav verdi. Türkiye’de istikrarı sağlayan çoğunluk partisi gücünü riske
atmamak adına önce kendi tabanını tahkim edecek bir söylem geliştirdi. Bunu yaparken
siyasi hasımlarını parlamento dışına kaydırarak mevziyi genişletti ve kapital
gücün hayaletini de oyuna dahil etti. Tutarlı ve sağlam bir duruşla mevziyi
tahkim ederken ekonomik aktörlere dönük yeni politikalarını da, enerjisi ve
gerilimi yüksek olan bu konjonktürde gündeme taşımış oldu. Oyunun ikinci
safhasında gezi parkı eylemcileriyle illegal grupları ayrıştırarak diyaloğa
açık gurupları muhatabı haline getirdi. Aslında yaptığı şey uzun yıllardır bu
ülkede maalesef güçlü bir muhalefet yok diyerek işaret ettiği bir eksikliği
gidermek adına hem de siyasi rakibi olan bir kitlenin tabanıyla gerçekleştirdiği
diyalog. Bu açıdan bakıldığında, bu görüşmeler görüşmenin içeriğinden ziyade
sembolik olarak “istemezük” temelli bir yaklaşımı olan ana muhalefeti devre
dışı bırakan güçlü bir siyasi atak olarak değerlendirilmelidir. Artık CHP
tabanı, parti yönetiminin muhalefet yetersizliğini durumdan vazife çıkararak
kendi imkanlarıyla gidermek istemektedir. Ak Parti bu hamleyle, kemikleşmiş ve
önyargılı kabul edilen sol tabanla belki de ilk defa bu kadar sahici bir ilişki
kurmuş oldu. Bu süreç Ak Parti’den ziyade CHP’yi ve genel olarak solu
tartışmaya açmıştır. CHP ve sol, apolitik olmakla itham ettiği kendi tabanının
bu ülkede solun yıllardır başaramadığı bir itirazı etkili bir şekilde ifade etmelerin
şaşkınlığı içerisinden bocalarken, Ak Parti bu
muhalefeti ülke menfaatleri için kullanmanın yolunu bulmuş görünüyor.
Meseleye böyle
bakıldığında CHP etiketini üzerlerinde istemeyen akitivist, entelektüel düzeyi
yüksek, sosyal adaleti önceleyen yeni bir sol hareketin doğduğuna şahitlik
ediyoruz. Bu süreçten yeni bir parti çıkar mı sorusu çok anlamsız çünkü bu
kitle partisiz bir muhalefet istiyor, onların dünyasında muhalefet etmenin
adresi sadece TBMM değil onlar zekaları, coşkuları, gençlikleri ve özgürlük
duygusundan besleniyorlar. Partilerin özgürlüklerini sınırlayacağını dolayısıyla
verimli olamayacaklarını düşünüyorlar ve söylemi güçlendiren araçları iyi
kullanarak ülkede ki demokratik açığı kapatabileceklerine inanıyorlar.
Kürtlerle
başlayan diyalog sürecinden sonra bugün statükocu solun yıllardır ihmal ettiği
ve susitmal ettiği duyarlı sol ile hükümetin göz göze gelmesiyle toplumda ki
psikolojik duvarların artık yıkılmaya başladığını söyleyebiliriz.
CHP artık kurumsal ve sığ muhalefetini kendi
tabanının gürbüz çocuklarına kaptırmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder